EĞITIM PAZARLIĞI…
Birkaç gündür yazsam mı – yazmasam mı derken şimdi klavye başındayım. Dün Gürol hocam bir paylaşımda bizim meslekle ilgili “… ömür boyu çıraklıktır. Çırak olmaktan hep onur duydum.” yazmış. Bunun üzerine bir çırak olarak kaç gündür aklımdakileri yazmasam ayıp olurdu… Sizlerin eğitim hayatınız nasıldı bilemiyorum ama biz kaynağa, bilgiye ulaşmak için hep çabalardık. Çünkü böyle bilgilerin kaynağına ulaşmak kolay değildi… Usta çırak ilişkisi içinde yıllarca çalıştık, çalışıyoruz… Yıl başında kitap listeleri verilirdi. Bazı eserleri bulunamazdı. Kütüphaneler, sahaflar didik didik aranır, İstanbul’a Ankara’ya haber salınır, sonunda bir biçimde bulunurdu. O kitaplar sipariş edilir, ek işler yapılır, borç bulunur, kredi çekilir parası bir yerden karşılanırdı.
Şimdi herkes “hoca” ya bizim hocalar ne hocaydı ama… O derslerde hocanın ağzından çıkan her bir söz -ders dışı sözleri dahil- not edilir. Yazmaktan eline kramp girerdi. Çünkü hoca dediğin kişi bir bilgelik, ululuk taşır ağzından boş laf çıkmaz… sadece bildiğini paylaşmaz, yılların birikimiyle, sarih bir deneyim paylaşır… Yazmaktan hocayı dinleyemiyorsan, birşeyler kaçırmışsan sınıfı tekrar ederdin, bu kadar basit… Okul doğrudan bir yıl uzardı. Öyle yaz okulu, büt gibi kestirmeler yoktu… Bir yılda olgunlaştıramadığın bilgiyi bir iki ayda nasıl olgunlaştıracaksın ki… O yüzden çoğumuzun dersleri çift dikişti. Ama o notlar.. ne kıymetli bugün arasan hiçbir yerde bulamazsın… Derlenmiş, süzülmüş bilgi… O yüzden öğrenmek, öğrenmeyi talep etmek, ne olursa olsun bir kez daha baştan başlamak en azından beni hiç yormadı. O yüzden herhalde Murat hocanın okuldaki son dersine Türkiye’nin dört bir yanından eski mezunlar geldi son bir kere daha dinleyebilmek için…Bazen taze öğretmenler hemen ileri seviye eğitimlere hevesleniyor halbuki eğitim tekrarı kadar öğretici birşey yok…Provaya bırak gelmemeyi geç kalamazsın, orada edineceğin tecrübenin telafisi yok. O yüzden canın çıkmadıysa gidersin bunun mazereti yoktur. Olsa olsa seçimdir. Öğrenmeyi seçmek ya da seçmemek… Tabori’nin sözü sahne sanatı profesyonelleri için de geçerli bence “parayı havaya attığında yazı ya da tura geleceğini değil paranın havada asılı kalma ihtimalini de hesaplarsın”… 2000 yılından beri workshoplara katılıyorum. Bir bilgiye ulaşmak istiyorsam, birinden öğrenmek istiyorsam bir yolunu buldum. Olmadıysa da olmadı…
Niye yazıyorum bunları? Şimdiki eğitim anlayışındaki “kolaycılık” tavrı yüzünden yazıyorum… Aslında bizim alanda bu hep biraz böyleydi… İki adım göstersene ne olacak… şu yazıyı iki dakika düzeltsene ne olacak… elbette “ne olacak” “iki dakika yapılır” da buradaki söylem çok rahatsız edici… O iki adım için stres kırıklarıyla pratik yaptığını düşünmez kimse. İki satır yazacaksın diye kaç araba parası kitaba, derslere harcadığını düşünemez…
Öğrenciye kitap önerirsin nereden bulacağım diye sorar. Herşeyi google layan şahıs internette bulamıyorsa milli kütüphaneye gitmeyi akıl edemez… Hatta mümkünse tam olarak hangi kitapçıya gittiğinde kesin olarak kitaba ulaşacağının bilgisini ister. Hem tiyatroda, hem yogada öğretmen arkadaşlarımla zaman zaman konuştuğum bir konu… Eğitim pazarlığı! Bir öğretmen arkadaşıma eğitiminde Alsancak çok uzak, park yeri dert Urla’ya gelseniz diyenini duydu bu kulaklar… Şimdi İzmir’e geleceğim bir atölye yapayım dedim. İlgilenen var mı var… Bir sürü mesaj aldım… Malesef çoğunun odağı farklı… anlayamadım, anlayamıyorum o yüzden yazıyorum hepimize hatırlatma olsun diye… Mesajların büyük çoğunluğu eğitim içeriği hakkında değil. Sertifika verecek miyim? Kitapçık verecek miyim? Çünkü not alamazmış…
Kitapçık vermiyorsam slaytlarımı mail atar mıymışım?Eğitime gelmeden okumalarını rica ettiklerim çokmuş malum çalışıyormuş okuyamazmış/bitiremezmiş…Katılımcı kendisine travmaya bilgili yoga hocası diyebilecek miymiş? (İki günde!) Ne kadar indirim yapıyor muşum? Yapabilir misin değil… Burs koşullarım nelermiş? Biz böyle konuları konuşmaya utanan bir milletiz normalde… Bu gelen mesajlar “hoca” lardan olunca yazma mecburiyet hissettim. Arkadaşım ben aşı yapsam iki günde travma uzmanı olunmaz… Örneğin 8+5 yıl yüksek eğitim aldım 100+400 sayfa tez yazdım, jüriye girip savunma yaptım ancak öyle bana “uzman” dediler… ki zaten akademik bir kadrom olmadığı için onun da bir geçerliliği yok… Bir hocam var misal, bölüm başkanı profesör, hiç bir yerde kolay kolay görmezsin bu ünvanlarını “Balıklıova köy tiyatrosu yönetmeni” yazar en fazla… Nedir bu kolay yoldan uzmanlık, hocalık hevesi… Not almadan, okumadan, çalışmadan çaba göstermeden, zaman ayırmadan nasıl olacak bu iş, sen biliyorsan bana öğret… Ben yıllardır çalışıyorum bu konuyu (travma) daha olmadım yani… Bessel’in eğitiminde Yale’den Harvard’dan ruh saglıgı uzmanlari var hala taze bilgi peşindeler… o yüzden bu “hocalık eğitimi” söylemini de yeniden düşünmek lazım… Sonra ben vakıf değilim, okul değilim, üniversite değilim, zengin değilim niye “kesin olarak burs vermem gerekiyor” ya da “indirim yapması lazım” hissine kapıldın? Bunun arkasından “İzmir çok uzak Ankara’ya ne zaman gelirsiniz?” Sorusu geliyor. Hatırlatmak istiyorum 9.000 km uzaktan geliyorum, talep eden olursa öğrendiğimi, bildiğimi paylaşayım diye… En çok canımı sıkan da “çok istiyorum/ne zamandır bekliyorum” söylemi… ve ardından gelen ama-lar… Bildiğin kalbim kırılıyor bu özensizliğe…Çok istiyorsan, bir yol bulunur… Ben başka türlüsünü anlayamıyorum… Yani ekonomi hep zordu, zaman hep azdı, imkan hep kısıtlıydı ama çok istiyorsan bir yolla oldurursun. Olmuyorsa kısmet değilmiş der bir sonrakine plan yaparsın… Yani benim de bu eğitimleri alayım diye cebime para koyan yok ki… bu bir çeşit alış veriş… Üstelik öylesine bilgi aldım sattım meselesi de değil…. Senin için 20 saatlik ya da 200 saatlik eğitimin arkasında yılların emeği var…
Sunay Demircan’ın harika bir yazısı vardı o yazıdan alıntı yapacağım. Hepimize hatırlatma olsun diye… Çünkü bir şey zaten iyi yazılmışsa yapılabilecek en iyi şey onu alıntılamak: Doğulu Ma’arif demiş bugün eğitim dediğimiz ‘şey’e.Ma’arif’in Türkçe karşılığı: Bilgi, kültür, beceri, öğretim-eğitim sistemi…
Ma’arif, Arapça “arafe” fiilinden türemiş bir kelime. İsim olarak, “bilgi” anlamına geliyor. Arif, tarif, marifet, maruf, irfan kelimeleri de aynı kökten türemişler.Hepsi birbiriyle akraba. Ya örf nerede? Adap-erkan, pratik bilgi, misal ve tecrübe ile öğrenilen şeyler demek örf de. İrfan: Bilme, öğrenme, pratik bilgi, usul ve örf bilgisi, aynı zamanda tanımak, bilmek anlamında kullanılıyor. Türkçeye “eğitim” diye çevirmişiz. Ma’arif’in karşılığını bulurken çok uğraşmışlar muhtemelen. Andreas Tietze ve Nişanyan, etimoloji sözlüklerinde “eğitim” sözünün Divan-ı Lügat-ı Türk’den alındığı ve karşılığının iğitmek/iğdiş etmek olduğunu söylerler. Eyüboğlu, “eğmek, bükmek…” der. Merak ettim, sanskrit karşılığını aradım eğitimin. ‘Vidya’ diyorlar. Tespit etmek-bulmak; elde etmek; kazanmak anlamlarına geliyor. Eğitimi alana, öğrenen karşılığı, “öğrenci” demeyi uygun bulmuşuz. Öğrenen kişi biraz edilgen durumda kalıyor tabi. Eskiden talebe denirmiş. Arapça talaba’dan geliyor. Talip olan, talep eden anlamında. Öğrenene göre talep eden, bilgiyi gönüllü olarak istiyor.Ma’arifet ve irfan için talep eden kişi…Hoca, eğitmen, öğretmen, uzman… Talebe, öğrenci, çırak olmanın anlamını bir kez daha düşünelim istedim.
Ece Türkmut Dere