
HOMO ACTUS
Sahne Sanatlarında uzmanlaştığım alan yazarlık olsa da dans ve beden sanatları üzerine çalışmalarım sonucunda uzun zamandır performans sanatında hareket alanında ders veriyorum. Hareket eğitimi, dürtülerin bedenin tüm olanakları (ses, hareket, düşünce, imgeleme, duygu, nefes) kullanılarak daha soyut bir şekilde forma dönüştürüldüğü bir çalışma biçimi olarak nitelendirilebilir.
Günümüz modern dünyasında genel olarak bedene ilişkin algımız parçalanmış durumda. Sanki beden, fiziksel olarak ayrı, düşünsel olarak ayrı, duygusal olarak ayrı bir şey gibi görülüyor. Oyunculukta hareket çalışması, zihin beden bölünmesini ortadan kaldırmak, bedende doğuştan var olan zihin – beden bütünsel işleyişini yeniden hatırlamak ya da ortaya çıkarmaya yarıyor. Hareket eğitimi, duyuların yani duyusal girdilerin farkına vararak duygusal dünyanın bedende yaratıcı eyleme dönüştüğü ve düşünsel, duygusal, fiziksel dürtülerin alt metni desteklediği metin ve karakter ilişkisini destekleme amaçlı bir çalışma olarak da tarif edilebilir.
Sahne üzerinde yaptığımız hiçbir şey tesadüf eseri değil. Özellikle bedenin kullanımı gündelik yaşamdaki kullanışımıza benzese de çok farklı. Bedensel, zihinsel ve duygusal olarak tamlık, farkındalık ve kontrol gerektiriyor. Gündelik hareketlerimizde çoğu zaman bilinç yok, doğal olarak hareket ediyoruz. Ancak oyuncunun sahne üzerinde yarattığı yaşamı yani biosu yaratan öğeleri saptamanın temel yolu bedenin gündelik dışı hareketlerini anlamaktir.
Eugenio Barba, dans ve tiyatro arasında ayrım yapma eğilimi oyuncuyu bedeni yok saymaya, dansçıyı ise virtüözlüğe doğru itme riski taşıyan gelenek yoksunu bir boşluğu, derin bir yarayı ortaya koyar demişti. Halbuki oyuncu da dansçı da sahnede eş oranda bedeni kullanıyor. Sanat, sanat gereci ve sanat yapıtı tek bir fiziksel şeyde yani insan bedeninde kaynaşıyor.
Descartes, “Cogito ergo sum” veya “Düşünüyorum öyleyse varım” diyerek batı dünyası için pragmatizmin kapısını aralamış ve insanlığın yolculuğunu farklı bir noktaya taşımıştır. Ama bu deyişin Batılılar üzerinde zaman içinde bir dezavantaj yarattığını düşünüyorum. Kendimizi düşünceden ya da zihinden ibaret sanar olduk, beden dışlanmaya başlandı.
Anatomi, gelişimsel kinesiyoloji, duyusal entegrasyon, travma, sinirbilim, psikolojiden öğrendiklerim, hareket uygulamalarına ve bedene yaklaşımıma çok daha bütünsel bir bakış açısı getirdi. Bu bilgiyi Konstantin Stanislavsky, Vsevolod Meyerhold, Michael Chechov, Lev Dodin, Antonin Artaud, Jerzy Grotowski, Augusto Boal, Tadashi Suzuki, Peter Brook ve daha fazlasının yöntemleriyle birleştiriyorum…
Hareket eğitiminde Grotowski’nin önerdiği gibi kendi yöntemimi yaratıyorum, öğrencilerimle deneyimlediklerimi paylaşıyorum, onları bedenlerine doğru bir yolculuğa davet ediyorum.