TRAVMA HER ZAMAN POLİTİKTİR

Gerçekten çok zor zamanlar yaşıyoruz, eskiden ciddiye aldığımız pek çok şey alt üst olurken, diğer gerçekler de sağlam bir şekilde yüzeye çıkıyor. Ülkemizde süregelen gerginlikler, üzerine COVID-19, sonra iyiden iyiye zorlaşan ekonomi ve politikada olup bitenler bir gemi enkazını ortaya çıkaran bir fırtına gibi toplumumuzdaki eşitsizlikleri eskisinden çok daha keskin bir şekilde gösterdi. Ardından bizi derinden sarsan bu büyük depremler hepimizi yerle bir etti. Şimdi bu yıkımdan sağ çıkmak ve bir onarıma girmeden önce bazı olguları açıkça anlamak zorundayız.

“Travma her zaman politiktir.” – Bessel van Der Kolk

van Der Kolk bunu Boston’da eğitimde söylemişti. Sonra ekledi “Her türlü travma her zaman politiktir.” Salonda bir an derin bir sessizlik olduğunu hatırlıyorum. Bir tür idrak anı. Kendi eğitimlerimde de mutlaka konuştuğumuz bir konu. Bir kadının iş yerinde mobbing yaşamasında ya da aile ici şiddette belki travmanın politik yanını görmek biraz daha kolaydır. Fakat bir doğal afetin travma ile politik ilişkisini anlamak kolay olmayabilir -di. Şu an ülkemizde tanık olduğumuz bir doğal afetin yol açtığı travmanın, aslında ne ölçüde insan eli ve politikalarla ilişkili olduğunu görmek ne yazık ki epey kolay…

Bugün travmaya ve onun yarattığı etkiye baktığımızda, toplumumuzun değerlerinin ve gerçekliğinin ne biçimde açığa çıktığını görebilirsiniz. O kadar kökleşmiş ve içselleşmiştir ki, tanımlaması, işaret etmesi bile zor olabilir. Ancak bir kez görmeye başladığınızda, neredeyse her şeye nasıl nüfuz ettiğini ve ne kadar zarar verdiğini anlayabilirsiniz.

Şöyle anlatmaya çalışayım belirli travma türleri için belli profiller vardır. Savaşa giden erkeklerin maruz kaldığı TSSB, halkın bilincine yeterince yerleşmiş ve normalleştirilmiştir. Travma alanındaki uzmanlık hizmetlerine öncelikli erişim hakkı verilir ve akademik literatür, gazilerin yaşadığı travmaya ilişkin iyi finanse edilmiş araştırmalarla doludur. Bunu, çocuklukta ihmal ve/veya istismara uğramış travma mağdurlarının tedavisiyle karşılaştırın. Bu deneyimlerin sonucunu en iyi tanımlayan teşhis olan “karmaşık travma”, Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2019’da zar zor tanındı; Amerikan Psikiyatri Birliği ise hala tanımıyor. Birleşik Krallık’ta uzun yıllardır TSSB tedavisi için resmi kılavuzlar var ancak karmaşık travmanın tedavisi için hala hiçbir kılavuz yok. Dilimizde bile görebilirsiniz. “Savaş ya da kaç” ifadesi iyi tanınırken “donma” tepkisi uzunca bir süre konuşulmadı; yani, kaçmayan veya karşılık veremeyen cinsel saldırı kurbanları (çoğunlukla kadınlar), tepkilerinin tamamen normal bir biyolojik tepki olduğunu bilmediler. Bunun yerine, faillerin eylemleri için sorumluluk ve suçluluk duygularıyla baş başa kaldılar.

Travma alanındaki hizmetlere erişim bazıları için daha zordur, bu aynı zamanda finansman ve araştırmanın engellendiği anlamına gelir; dahası damgalamayı güçlendirir. Örneğin çoğumuzun bir maddeye başvurmak zorunda kalmadan elde ettiği güvenlik duygularını çocukken travma geçirmiş yetişkinler bir tür bağımlılık davranışı ile sağlayabilir. Fakat Gabor Mate’nin altını çizdiği gibi bu insanlarlar bağımlı oldukları için yine ötekileştirilir ve cezalandırılırlar. Anlayacağınız bazı travma mağdurları diğerlerinden kabul edilir gibidir…

Benzer biçimde travmanın doğal afet gibi sadece tek bir olaydan kaynaklandığına dair anlatıyı pek çok yerde görebilirsiniz. Ancak travmanın işlevsiz ilişkilerden, sosyal yabancılaşmadan, sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanabileceğine dair toplumda çok az bir farkındalık vardır. Yani yoksulluğun, ırkçılığın, homofobinin, transfobinin, politikaların ve kadın düşmanlığının gerçek etkisi gizlidir. Üstelik yapılan çalışmalar insan eliyle yaratılan travmanın daha derinden yaralayıcı olduğunu gösterdiği halde kimse buna işaret etmek istemez. Çünkü bu tanındığı ve kabul edildiği taktirde sistemsel bir değişiklik yapmak zorunlu hale gelir.

Travmanın önemli bir konusu, anlam ve adalet anlayışının zedelenmesidir. Insanlar yaşama, dünyanın ve insanlığın işleyişine hatta belki ilahi olana güvenlerini kaybederler. Dehşet verici deneyim içinde bir anlam bulmak isterler; “Bu neden oldu? Bu neden bana oldu? Bunu hak edecek ne yaptım?” Değil mi ya hepimiz böyle öğrendik; “iyi bir çocuk olursan başın belaya girmez.” Fakat “iyi” çocukların da başına korkunç şeyler gelebileceği aklımıza gelmez. Travmada derin suçluluk hissetmek bu yüzden epey yaygındır. Onceleri kendine yönelik olan suçlama ve utanç zaman içinde belki yerini bir anlam ve adalet arayışına bırakabilir. Elbette bu herkes için tek bir reçete ile ilerlemez. Kimi insan inancından güç bulur ilahi olana güvenir ve bunu ilahi olanın takdiri ile anlamlandırabilir. Fakat bunun dışında kalan hemen her anlam arayışının eninde sonunda dayandığı sistemsel bir sorun karşımıza çıkar.

Travmaya ve toplumun buna nasıl tepki verdiğine baktığınızda, kültürümüzü değerlerimizi, inançlarımızı ve yargılarımızı çıplak olarak görürüz. İnsanlar ne kadar acı çektiklerine göre değil, güçlü insanların gündemlerine ne kadar faydalı olduklarına göre destek bulurlar. Bazı ülkelerde askerler için bile TSSB tanısı almak zordur çünkü siyasi ideolojiye göre bu tanı askeri “zayıf” gösterebilir. Anlayacağınız konu travma olunca adaletsizliği her yerde görebilirsiniz. Fakat adalet olmadan tam olarak iyileşmek epey zordur ve çoğu zaman travmadan sağ çıkanlar adalet bulamazlar. Travma bir anlamda sadece ötekileşmiş insanları etkilediği için değil, aynı zamanda travmatize olmak kendi içinde bir ötekileşme anlamına geldiği için de politiktir. Ayrıcalıklı faillere ait olan suçluluk ve utanç zaten tarifsiz acılar yaşayan insanların zihinlerine ve bedenlerine kazınır. Tıpkı Medusa efsanesinde gördüğümüz gibi…

Ülkemizde büyük bir felaket yaşıyoruz. Sadece deprem anında olanlar değil sonrasında olmayanlar da çaresizliği ve travmanın şiddetini arttırdı. Bir travmalar sarmalını tetikledi. Bu yaşanılan sadece doğal afetten kaynaklanan bir travma değildir. Bu travma büyük ölçüde insan eliyle yaratılmıştır. Dolayısıyla sorumlular ve failler vardır. Adalet yerini bulmadan toplum olarak da iyileşemeyiz.

Günüzmüzde Prens Henry, Lady Gaga gibi ünlülerin ruh sağlığı hakkında konuşmaları ve bu konuyu normalleştirme çabaları epey önemli ama tek başına yeterli değil. Ruh sağlığında, eğitimde ve tıpta travma bilgili yaklaşımlara ve adaleti sistemlerinde yapısal bir değişikliğe ihtiyacımız var. Halkın ruhsal zorluk anlayışında büyük bir kültürel değişikliğe, sağlam bir psiko-eğitime ihtiyacımız var.

Travmadan sağ çıkanların acılarını tanıma mücadelesinin adaletsizliğe karşı mücadele olduğunu ve iyileşmek için gerekli en önemli bileşenlerden biri olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Ece Türkmut Dere

*5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserlerini Koruma Kanunu Konusunda Yasal Uyarı: Site içerisinde yer alan orijinal yazılar, derlemeler ve çeviriler Ece Türkmut Dere’ye aittir. Izin almadan ve kaynak göstermeden kopyalanamaz, alıntı yapılamaz.