YAŞASIN TİYATRO! YAŞASIN KEÇİLERİN İNADI!
Tiyatro eylemini ilk keşfeden kişi Thespis’tir. Thespis M.Ö.6.yüzyılda Kuzey Attika’da Marathon şehrinin hemen yanında yer alan o zamanlar İkaros, ya da İkarya şimdi ise Dionysos denen bir bölgede yaşamış bir ozandır. Kendisi Antik Yunan kaynaklarına göre ve özellikle de Aristoteles üstadımıza göre “bir oyunun içinde bir kahramanı canlandıran ilk kişi”dir.
O tarihten bu yana oyunculara bu yüzden İngilizce’de “Thespisian” ya da Türkçesiyle “Thespisgil” denmektedir. Thespis ile oyuncu aynı sözcüktür. Thespis ilk oyuncudur. Koronun seslendirdiği Dithyrambos dinsel ezgisini ya da ilahisini koro ile karşılıklı konuşma haline getirerek “diyalog”u yani “karşılıklı konuşma”yı keşfeden de odur.
İkinci oyuncunun sahneye çıkması ondan aşağı yukarı elli yıl sonra tragedya yazarı Askhülos’la olacaktır. Dithyrambos koro ezgisini söyleyerek yürüyen topluluğu bir tepenin yamacında durdurup seyredenleri de çevresinde toplayıp tiyatronun bir yerde konuşlanmasını sağlayan da O’dur. Yani bir bina olarak tiyatronun varolması için fikri veren de O’dur. Bir anlamda ilk tiyatro mimarıdır. Gezici Tiyatro’yu, Turne Tiyatrosu’nu ilk yapan da O’dur. Yunan Ulusal Tiyatrosu’nun turne topluluğunun adı onun gezdiği arabaya bir göndermeolarak “Thespis’in Arabası”dır. Bugüne herhangi bir yapıtı kalmamasına rağmen bilgilerimiz onun aynı zamanda bir oyun yazarı, yönetmen ve yapımcı da olduğunu söylüyor. Karakterleri belirlemek için farklı maskeleri ilk kullanan da O’dur. Bu maskeleri yaptı ya da tarif ettiyse aynı zamanda ilk sahne tasarımcısıdır da… Koroyla ilk karşı karşıya duruşlarında keçi insan satirlerden yola çıkarak keçi kılığında olduğunu varsayıyoruz. Böylelikle tragedya Tragos Oidia yani “Keçi Ezgisi” sözü de anlam buluyor. Keçi Thespis’tir. Tragedya da keçinin yani Thespis’in söylediği ezgidir.
Thespis koronun karşısında durup da onunla konuşmaya başlayınca hikayenin tek taraflı anlatılmasından doğan dinsel anlatı sivil, seküler bir anlatıya dönüşür. Ben buna “gösterimin laikleşmesi” noktası diyorum. Bugün dithyrambos ilahisinin ya da ezgisinin sivil bir anlatıya dönüşmesi noktası bu eylemin tekkenin içinden çıkıp dışarda sadece erginlenmiş erkekler topluluğunun değil herkesin seyrettiği bir gösteriye dönüşmesi “tiyatro”nun keşfidir. Birinci oyuncu’nun, ikinci oyuncunun ve diğer oyuncuların da sahnede arz-ı endam etmesi ve dinsel olanla otorite ve sağduyunun temsilcisi olarak koronun sahneden kovulmasıyla tiyatral eylem sadece dinsellikle kısıtlı kalmamış hayatın tamamını kucaklayan, insanın tüm macerasının yeniden yaratıldığı, gösterildiği, irdelendiği bir eyleme dönüşmüştür. Plutarkhos’un bize aktardığına göre Atinalı hukukçu ve siyasetçi Solon yaşlılık günlerinde Thespis’i izlemeye gitmiş. Oyunun sonunda “Hayret, bu kadar insan önünde bu kadar çok yalanı nasıl söylüyorsunuz? Ne kadar da tehlikeli bu!” demiş. Thespis o’na bunu bir oyunda yapmanın herhangi bir zararı olmadığını söylemiş. Ve eklemiş “Asıl kötü olan sahnede değil hayatın içinde yalan söylemektir” Ve bugünü görmüş olsaydı eminim şunu da eklerdi Thespis üstadımız: “Sakın ola yarın bir gün kurduğunuz meclislerde bizim sanatımızı aşağılayıp da “tiyatroya çevirdiniz burayı” ya da “tiyatro mu burası” demeyesiniz. Çünkü tiyatro sadece sahnede kurmaca bir dünya sunan dürüst bir sanattır.” Tiyatro kendimizle ve benzeşlerimizle yüzleştiğimiz bir alandır. Thespis’ten bu yana yüzbinlerce yazar, oyuncu, tasarımcı, yönetmen, dramaturg, ışıkçı, müzisyen, teknisyen, kuklacı, kondüvit, makyöz, koreograf bu yükseltide gerçek hayattan alınmış yeniden eğilip bükülmüş, biçimlenmiş, belki de biçimsizleştirilmiş bir hikayeyi kanlı canlı hale getirerek bu alanda bir yaşantı haline getiriyorlar. Ne mucize!! Geliyorsunuz ve pandoranın kutusunun açılmasını bekliyorsunuz. Kutu açılıyor, o dünyaya giriyorsunuz. Siz artık o dünyadaki yaşantının eşzamanlı tanığısınız. Binlerce yıl boyunca bu dramatik sanat, yani Thespis adlı ozanın zihninde ve imgeleminde yaratılan bu sanat önce bir yamacın kıyısında, sonra bir yükseltinin üzerinde, sonra sahnede sonra beyazperdede, sonra ekranlarda varoldu, varolmayı sürdürüyor. İçinde binlerce yaşantının olduğu bu aynaya bakıyoruz; bizim soluğumuz ve varlığımız o yaşantıyı bir parça da olsa değiştiriyor. Çünkü biz orada olduğumuz için o hikaye varoluyor. O an orada siz olmasanız o yaşantı kesintisiz bir yanılsama olarak varolmayacak. Siz varsınız ve o kesintisiz yaşantının, o illüzyonun ortaya çıkması sizinle mümkün oluyor. Seyircinin varlığı ya da hikayeyi paylaşanın varlığı tiyatronun varlığıdır. Hikayemiz anlatılacak biri varsa zihnimizden, imgelemimizden çıkıp bir hikayeye, bir oyuna dönüşebilir. Hikaye ise dinleyene, izleyene güç verir. Benzeşlerini, benzeş duyguları, davranışları, düşünceleri gösterir. Onları bir çatışma içine sokar. Hayatın bir başka boyutta ve katmanda benzeşini yaratır. Buradaki haz, gerçek ile görüngü arasında bir yerde olmayan ama olan bir yaşantıya tanıklık etmektir. Bu hazzın bir kısmı o anı yaşamak, diğer bir kısmı ona tanıklık etmektir.Tiyatro tüm insanlığın en insancıl eylemlerinden biridir. Müzik gibi, resim gibi, heykel gibi, sinema gibi… İnsancıl eylemlerin önemini yitirdiği yerde barbarlık vardır. Savaş vardır. Tiyatro da sanatın diğer türleri de bizim rafineleşmemize, incelmemize, insanlaşmamıza hizmet eder. Ve böylece yeryüzünde insana yakışır bir uygarlığın oluşma ihtimalini de çoğaltır. Thespis’in bundan üçbin yıl kadar önce ilahiler söyleyen bir koroyu bir tepeciğin kenarında durdurması ve onlara sorular sorması diyaloğun ve tiyatronun keşfidir. Tiyatrosuz bir dünya monoloğun, tek taraflı konuşmanın, totaliterliğin hüküm sürdüğü bir dünya olacaktır. Bugün dünyamız monoloğun ve tek taraflı konuşmanın hakim olmaya başladığı bir yere doğru giderken, aynı zamanda doğal olanın yapay olanla, gerçek’in gerçekdışı ve sanal olanla yer değiştirdiği bir dünyaya dönüşüyor.
Bizans dönemindeki Roma Patriği, yine bundan yüzlerce yıl önce “tiyatroyu kapatırsak siyasi rahatsızlıkları ortadan kaldırmış oluruz; bakın, barbarlar mutludur, çünkü tiyatroları yoktur” diyordu. Tiyatrosuz ve sanatsız bir uygarlığın barbarlık olduğunu, olacağını patrik bey yüzlerce yıl öncesinden, özrü kabahatinden büyük bir biçimde bize haber vermiş oluyordu. Bizler, sahne üzerindekiler insanlığın en büyük silahı belleği diri tutmaya çalışıyoruz. Damarımızdaki inat ise üstâdımız Thespis’in keçi inadından gelmektedir. Daim olsun!
Prof. Dr. Semih Çelenk
27 Mart 2018